18 Aralık 2010 Cumartesi

ARKADAŞIM, DOSTUM, GÖZDEM, ALPELLAM....

Her acı bir diğerinden farklı. Hiç biri diğerinden az ya da çok değil. Bir gerçek var ki, ne kadar yakındaysa insanın içini daha başka yakıyor. Hiç kimsenin arkasında bıraktığı boşluk başka bir şeyle doldurulamıyor. 8,5 yılda paylaşılan o kadar çok an var ki, bazen yenilen bir yemekte, bazen  giyilen bir kazakta, bazen de izlenen bir dizide karşıma çıkıyor.


En zor an da annenin ellerini tutup gözlerine bakarken, ağzımdan çıkan her kelimenin ne kadar anlamsız olduğunu bilmek. Tıpkı tedavin süresince seni görmeye geldiğim günlerde havadan sudan yapılabilecek tüm konuşmaların bittiği ve göz göze geldiğimiz o bir kaç saniyelik anda söylenemeyen her kelimenin gelip yüreklerimizi acıttığı gibi.

Hayat hepimiz için devam ediyor ama bir an geliyor çok fena acıtıyor.

Buradaki vaktimiz dolup senin yanına gelene kadar seni hiç unutmayacağız canım arkadaşım....

27 Ekim 2010 Çarşamba

Üfleyince Uçan Çiçek...Karahindiba...

Aslında daha önce yazacaktım ama uçuşup oraya buraya dağılmış olan kelimeleri bir türlü toparlayamadım. Bekledim rüzgar belki ters eser de onları alıp bana getirir diye...

Zamanı geldi, mevsim sonbahara döndü ama oturup beklemekle kelimeler dönüp gelmiyor. Korkarım ki ben kalkıp ta onları torbama doldurmazsam onlar savruldukları yerde öylece kalacaklar...

............

Hani tohuma kaçmış haline puf diye üfleyince üzerindeki tüycükler oraya buraya uçuşan; hani taze hali çocukken çizdiğimiz resimlerin sıcacık gülümseyen güneşi gibi sarı renkte olup ta nedendir bilmem adına kara çalınan; hani dağda, ovada, parktaki ve tepedeki çimenlikte, şehrin göbeğindeki iki kaldırım taşının arasında bile var olabilen çiçek karahindiba...

...........

Düşünceler, tıpkı onun en ufak bir esintiyle gökyüzünde uçuştuğu gibi kafamın içinde uçuşuyorlar. Tam bir yere kondu derken tekrar tekrar havalanıyorlar. Bazen okuduğum kitabın içindeki bir kelimeye takılıp onunla beraber kitabı terk ediyorum. Bir kaç dakika içinde, ucundan tuttuğum kelimeyi nerede bıraktığımı bilmeden kendimi bambaşka bir yerde buluyorum...

............

Karahindiba... Çünkü ikimiz de binlerce parçaya bölünüp, yeryüzünün binlerce köşesine dağılıyoruz... Bazen çimenlikler içinde bazen de kaldırım taşlarının arasında var oluyoruz....

25 Ekim 2010 Pazartesi

Fraktal










İlk öğretim 8. sınıf öğrencileri fraktalın ne olduğunu bu dönemin başında öğrendiler. Bense bugün...

Bunun bir sebebi; Polonya asıllı matematikçi Benoit Mandelbrot'un fraktallardan ilk kez benim "orta 3"e başlamamdan sadece 14 sene önce, 1975 senesinde bahsetmiş olması ve Milli Eğitimin bu konuyu o yıllarda henüz müfredata almamış olmasıdır herhelde... Diğer bir sebep ise benim matematiğe olan ilgisizliğimdir...

Fraktal, parçalanmış ya da kırılmış anlamına gelen Latince fractuuss kelimesinden gelmiştir. Bir cismi oluşturan parçalar ya da bileşenlerin cismin tamamına benzemesi matematikte "fraktal" olarak adlandırılır. Düzensiz ayrıntılar ya da desenler giderek küçülen ölçeklerde tekrarlanır. Öyle ki bütünün her bir parçası büyütüldüğünde yine cismin bütününe benzer.

24 Ekim 2010 Pazar

Gönül Kahve İster


Gönül ne kahve ister ne kahvehane , gönül muhabbet ister kahve bahane...

Bir Cumartesi öğle sonrasında muhabbet edilecek dostlar uzaklara taşınmışlar, uzaklardaki ailelerini ziyarete gitmişler ya da evlerinde kışlık elbiselerini yerleştiriyorlar.

Gönül muhabbet ister ama onu bulamadı diye kahve de mi istemez.

Konak Pier'de şöyle bir tur atıp, Remzi Kitabevi'nde kitaplara bakıp, dokunup, kokularını teneffüs etmek suretiyle Konak iskelesi ve meydandaki kalabalığı ve dünyanın geri kalanını tamamen unuttuktan sonra, mis gibi bir kahve kokusu çekti beni Has Kahve Evi'ne...

Durma hiç gir içeri. Cam kenarındaki boş masalardan birine şöyle bir kurul. Güneş gelse de fark etmez. Zaten artık geride kalan sıcak yaz günlerindeki gibi yakmıyor. Aksine varlığı ve sıcaklığı aranmaya başladı bile.

Bir fincan kahve, yanında bir bardak soğuk su ve iki küçük sakızlı lokum ile... Başla yudumlamaya, körfezde gidip gelen vapurlar eşlik etsin keyfine...

Vapurları kovalayan martıların kanatlarında, İnciraltı, Teleferik, sahil yolu ve Konak İskelesi'nin puslu gökyüzünden sıyrılan siluetinde ve gökyüzünde durduğu yerden gözünün içine kadar gelen güneşin suda yansıyan ışıltısında yakala anı...

Tek eksiğin, bahane ettiğin kahve keyfinin yanındaki bir dost olsa da, bırak güneş göz bebeklerinden içeri girsin ve iyi hissetmeni sağlasın...

11 Ekim 2010 Pazartesi

Bu Gün Ne Öğrendim...

Bilgi paylaşıldıkça çoğalırmış...

Bundan sonra yeni öğrendiğim bir bilgiyi, ilk kez duyduğum bir konuyu, bazen de doğruluğundan emin olmak kaydıyla, duyduğum bir haberi Karahindiba'da yayınlayacağım.

Profesyonelce yazılmış yazılar ya da ilk kez yayınlanmış konular olmayabilir. Amacım sadece bir konu hakkında fikir vermeye, belki de yeri geldiğinde ukalalık etmeye yarayacak bilgiyi paylaşmak...

Diliyorum ki daha çok öğreneyim, daha çok paylaşayım...


GEMOLOJİ

Basitçe süstaşları bilimi olarak tanımlanıyor. Süstaşı özelliği taşıyan her türlü malzemenin doğada oluşumundan, son tüketicinin beğenisine sunulmasına yani kuyumcu vitrinlerindeki yerini almasına kadarki süreci kapsıyor. Taşın kimyasal yapısı, oluşumu, çıkarıldığı bölge, hangi yöntemlerle işlenmesi ve kesilmesi gerektiğinden tutun da tasarımı, sahtelerinden ve benzerlerinden ayrılması da bu bilim dalının alanına giriyor.

Daha fazlasıyla ilgilenenler, sonsuz bilgi kaynağı internetteki yayınlara bakabilirler.



5 Ağustos 2010 Perşembe

Tukan'da Bir Ağustos Gecesi

Cır cır cır cır.....
Arkadaki çamlığın ağustos böcekleri eşlerini arıyor....
Cır cır cır cır cır....
Bizim balkonun karşısındaki ağacın böcekleri sanırım çoktan anne baba oldular. şükürler olsun bu sıcak gecelerde uykusuzluğumuza aşk şarkılarıyla eşik etmiyorlar....
Cır cır cır cır cır....
Karşı kıyıdaki ışıklar suyun üzerinden uzayıp bize kadar geliyor yine. Kıpırdamayan dallarla birlik olmuş, akşamüzerinden beri bizi terk eden rüzgarın yokluğunu hatırlatıyorlar....
Pat pat pat pat pat....
Bir balıkçı teknesi denizin üzerindeki ışık demetlerini ortadan ikiye bölüyor....
Tak tak tak tak tak....
Tenekelerden çıkan sesler balıkları ağlara davet ediyor....
.........................
Bim bam bom,çatlasın düşmanlar, çamlığın ağustos böceklerinin de artık birer sevgilisi var. Sessizlik birkaç saat bizi idare eder sanırım....
Şıkır şıkır şıkır şıkır....
Komşu balkondaki dörtlüden biri okeyi dışarı attı. Şimdi taşları daha bir keyifle sıralıyor. Bu gecenin dondurmalarını artık bir başkası ısmarlar....
Ha ha ha ha haah…. Bizim kız küçük havuzda arkadaşlarıyla kikirdiyor. İzni on dakika sonra bitecek....
Çıt çıt çıt çıt çıt....
Denizden gelen esintiyle serinlemek için aşağıdaki banklarda oturanlar, büfeden bardağı elli kuruşa aldıkları çiğdemleri çitlerken susuzluktan kavruluyorlar....
Gıııırç gıııırç, gııırç gııırç....
Salıncaklarda bir ileri bir geri sallanan iki çıtır kız, en gizli sırlarını paylaşıyorlar....
Pıst tısss....
On dakika bitmiş, kızımız eve geldi. Çiğdemi cipsi fazla kaçırmış, limonlu maden suyuyla hararetini alıyor....
Hırt hırt hırt hırt....
Balkonda oturmuş bunları yazan beni de sivrisinekler ısırmış. Yatmadan önce kolonyalanıp, kaşıntıdan kurtulmalı….

14 Haziran 2010 Pazartesi

Onuncu Gün

Akşamüzeri Alpella'mı görmeye gittim.
İlk seanstan sonra onuncu gün. Şükürler olsun bu ilkini iyi geçiriyor. İnşallah bundan sonrakileri de kolaycacık atlatacak.
Anne yemekleriyle göbek bağlamaya bile başladı. Yakında benimkine yetişecek gibi görünüyor.
Epeyce sohbet ettik, gülüştük. Çok değil, azıcık da dedikodu yaptık. Haftasonu tekrar görüşmek üzere ayrıldık.
Ben yarın sabah Urla'ya gidiyorum ama cuma günü döneceğim. Haftasonu bizim ayıcık LYS'ye girecek. Hepberaber sınava gideceğiz...

13 Haziran 2010 Pazar

İzmir'i Saran Melisa Kokuları

Dün bir, bugün iki...Nemle beraber derimin her bir hücresinde hissettiğim sıcak hava, İzmir'de uzunca yaşayacağımız yazın kanıtı. Geceyi saran melisa ve hanımeli kokularıysa İzmir yazının katlanılır yanı.
Geceyi serinleten imbatın balkonumuza kadar getirdiği deniz, bahçelerden süzülen melisa, yasemin ve hanımeli kokuları. Fonda ağustos böcekleri. Sıcak uyutmasa da İzmir'deyim işte.

10 Haziran 2010 Perşembe

Ben de Etimek Tatlısı Yaptım


Evet evet ben yaptım. Az önce de yedik. Yapılabilir, yenilebilir ve hatta misafire bile ikram edilebilir.
Yaz günü babamın canı şerbetli tatlı çekmiş, bir umut yapan çıkar diye herhalde, geçtiğimiz gün öğle yemeğinde söyledi.
Sene 2010, günlerden 9 haziran Çarşamba ve İzmir'de hala yaz geldi diyemiyoruz. Bu yazın en sıcak yazlardan biri olacağı söyleniyor ama nedense biraz gecikti... E madem öyle; şerbeti az, üzerindeki muhallebiyle tadı daha da hafifletilmiş bir tatlıyla babamı mutlu etmeli.
Ben tarifi bu adresten aldım. Yazarı da başka biryerden almış. http://yemekgunlugum.blogs.com/yemek_gunlugum/2005/10/etimek_tatls.html
Tarifi aşağıya olduğu gibi kopyalıyorum. Sanırım çok becerikli olmayışımdan kaynaklanıyor, ben tarife sadık kalamadım ama yine de güzel oldu.
Bu arada tarifte yaptığım oynamaları turuncu renk ile yazdım. Siz canınız nasıl çekerse öyle yapın.

Malzemeler:

Alt katman icin:
1 paket etimek (Paketin tamamını tepsiye sığdıramadım, 10-11 tane kullandım. Buna rağmen yaptığım şurubun tamamı çektiler. Hepsini kullansaydım biraz kuru kalabilirdi.)
2 su bardağı toz şeker (İki bardağı da birer parmak az şekerle doldurdum. Buna rağmen biraz daha az olabilirdi. Çok tatlı sevmeyenler 1,5 bardak kullanabilir.)
2 su bardağı su

Muhallebi için:
1/2 paket margarin (1/4 paket koydum. Bence fazlasına gerek yok.)
3 türk kahvesi fincanı un
8 yemek kaşığı şeker
1 kilo süt
vanilya (Ben unutmuşum ama koyulsa daha iyi olurdu.)
damla sakızı (Evde yoktu, olsaydı eminim çok yakışırdı.)

Üzeri için:
Krem şanti (Hiç gerek yok. Ben koymadım. Servis yaparken üzerine tarçın döktüm.)

Yapilisi:
Şekerin 2 yemek kaşığı kadarı, susuz olarak bir tavada ağdalaştırılır. Ayrı bir tencerede kalan şeker iki su bardağı su ile eriyene kadar kaynatılır.
Önceden ağdalaştırdığımız şeker de buna ilave edilip eriyene kadar karıştırılır. (Fazladan bulaşık çıkmasın diye her zamanki tembel insan yaratıcılığımı kullanarak; 2 kaşık şekeri bir tencerede ağdalaştırdım, soğumasını beklemeden üzerine şekerin geri kalanını boşalttım. O da yetmedi hepsinin üzerine 2 bardak soğuk suyu koyunca, birbirine yapışan beyaz şekerler ve ağdalaşan şekerler kaskatı oldu. Allahtan karıştıra karıştıra ısıtınca hepsi eridi.)
Bu şekerli su, dikdörtgen borcama tek kat olarak dizdiğimiz etimeklerin üzerine dökülür. (Benim yaptığım gibi şerbeti ısıtacak olursanız, etimeklerin üzerine dökmeden önce ılımasını bekleyin. Sonra hamur olabilirmiş, annem öyle dedi.)
Un, eritilmiş margarinin içinde kavrulur. Şeker, süt, vanilya ve damlasakızı da ilave edilerek muhallebi kıvamına gelinceye kadar pişirilir. Ateşten alınıp yarım saat mikserle çırpılır. (10 dk yeterli oldu. Pişirirken topklaşan unların tamamı da kayboldu. Muhallebiyi çırptıktan sonra 1 yemek kaşığı kadar da hindistan cevizi koydum ve kaşıkla karıştırdım. Yerken güzel bir tat veriyor.)
Sonra muhallebi, etimeklerin üzerine dökülür.
Krem şantisi paketin üzerindeki tarife göre hazırlanıp muhallebinin üzerine dökülür. Tatlı soğuk olarak servis edilir.

Afiyet şeker olsun efendim...

23 Mayıs 2010 Pazar

DUA

Ne hükümran kalır
Ne zulüm ne de kin
Öz değil dostlar
Öz değil bu biçim
Kulların kullara ettiğini etmiyor
En zalim harı ateşim
Bugün dua ettim
Hepimiz için
Yüce tanrı bizleri
Affetsin
Ne para ne pul
Ne iktidar ne güç
Bu değil gerçek
Bu değil gerçek
Bu kavga
Hayırsız bir düş
Uyanır neslim
Uyanır elbet
Bugün dua ettim
Hepimiz için
Yüce tanrı insanı
Affetsin


Söz: Sezen Aksu Müzik: Anonim

Az önce TRT1'de yayınlanan Mevlana: Aşkın Dansı isimli belgesel/filmdeki Mevlana şiirleri ve sonunda bu şarkıyı dinlemek, sanki varlığını son zamanlarda unuttuğum bir boşluğu doldurdu.
Yüce Tanrı'm bizeri affetsin...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Başlarken...

İşte ben de başlıyorum...


Aslında hiç aklımda yoktu. Başladım ama devamını getirebilir miyim emin değilim.


İki ay bile olmadı; beş sene kadar aynı evi paylaştığım, sekiz senedir de beraber çalıştığım canım arkadaşımın, Alpella'mızın, belindeki ağrıların kanserli bir tümörden kaynaklandığını öğrendik. Üstelik akciğerinde ve karaciğerinde de küçük tümörler var. Ve bunların hepsi başka bir kanserin yayılımlarıymış. Haftalardır süren tahliller, MR, tomografi çekimleri ve ne olduklarını bilmediğim onlarca teste rağmen kaynağı hala bulunabilmiş değil.Haftaya kemoterapi başlayacak ve altı ay kadar işe geri dönemeyecek.



Bir çok arkadaşı, akrabası ve tanıdığı, soru sormaya ve onunla konuşmaya çekiniyor olabilir. Belki de sırf bu yüzden o da içindekileri anlatamıyor olabilir düşünesiyle, istediklerini yazabileceği bir blog oluşturmak istedim. Hem belki ondan haber almak isteyenler yazdıklarını okur, böylece telefon trafiği de biraz azalmış olur. Karahindiba'yı da bu işin nasıl yapıldığını denemiş olurum düşüncesiyle oluşturdum.



Bir kaç gün sonra tekrar yanında olacağım ve eğer isterse onun için bir blog oluşturacağım.

Sağlıkla ve sevgiyle kalın...